Hepimizin toplumda belirli kimlikleri vardır. Annelik, babalık, eşlik, vatandaşlık vs. Bu kimlikler çerçevesinde de belirli davranışlarımız ve yaklaşımlarımız vardır. Bir de mensubu olduğumuz mesleklere, gruplara, fikirlere ait kimliklerimiz vardır.
Bizler, bir davranışta bulunurken hem kendimizi hem de mensubu olduğumuz bu meslekleri, grupları ve fikirleri temsil ederiz. Örneğin bir hakim, toplum içinde sergileyeceği davranışlarda kendini temsil ettiği gibi hakimlik mesleğini ve yargı camiasını da temsil eder. Aynı şekilde bir imam, hem kendini hem de diyanet camiasını temsil eder.
Bu temsiliyet boyutu, din hizmeti yapan kişilerde daha da bir ön plana çıkar. Bu kişilerin yaptıkları hatalar veya yanlış davranışlar, insanları sadece bu kişilerden değil, bu kişilerin mensup olduğu dinden de uzaklaştırır.
Halbuki; normalde herkes kendi hatasından sorumludur, bir kimsenin hatası yüzünden onun mensup olduğu gruptan ya da temsil ettiği dinden uzaklaşmamalıdır insanlar. Fakat maalesef pratikte bu iş böyle olmamakta, insanlar hata yapan kişinin mensup olduğu ya da mensup olduğunu iddia ettiği, temsil ettiğini iddia ettiği dinden ya da fikirlerden de uzaklaşmaktadır.
Onun için, temsiliyet çok önemlidir. Bu yüzden de din hizmeti yaptığını iddia eden kimselerin hal ve hareketlerine çok daha dikkat etmesi gerekir.
Konuyla ilgili şöyle bir kıssa anlatılır…
Bir gün yaralı bir kuş, Hz. Süleyman’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır. Ve ona “Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?” diye sorar.
Derviş, Hz. Süleyman’a; “Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Bende bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.” diye cevap verir.
Bunun üzerine Hz. Süleyman, kuşa döner ve; “Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun?” der.
Kuş, kendini şöyle savunur; “Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.” der. Hz. Süleyman, bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister. “Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder.
Kuş o anda; “Efendim, sakın öyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır. “Neden?” diye sorar Hz. Süleyman. Kuş sebebini şöyle açıklar; “Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar… Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın… Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.” diye cevap verir.
Lafın özü; her konuda cübbeler ehil ve hak eden kişilere giydirilmeli, bu kişiler de cübbelerini layıkıyla temsil etmeli… Cübbenin değerini düşürmemeli… Vesselam…