Son günlerde her şeyden anlayan küllük müftülerinin fetvalarından geçilmiyor. Aman Allah’ım her şeyi biliyorlar.  Böylesi her şeye maydanoz olan fakat şimdiye kadar çözüm üretmemiş boş kafaları görünce çizmeyi aşmayın! Diyorum onlarda nereye ne çizdik diyebiliyorlar. Hâlbuki ben ayağa giyilen çizmeyi kastediyorum o da şimdiye kadar ömrü yan çizmeyle geçtiği için ayağa giyilen çizmeyi akıl etmiyor.

Bizden önce yaşamışlarımız;  boş silahtan değil boş insandan kork, çünkü şeytan boş silahı değil boş insanı doldurur. Diye boşuna dememişler..

Evet, buradan çizmeyi aşma, deyimi zaman zaman kullanılmaktayız değil mi?

Toplum olarak üzerimize vazife olmayan ve hiç bilmediğimiz konularda ahkâm keseriz.

Sokağa çıkalım her hangi vatandaşımıza bir konu üzerinde soru sormaya görün, aman Allah’ım! Ne cevaplar, ne sorunlara çözümler dinleyeceksiniz.

Sonra sizin mesleğin nedir? Sorsanız konuşmaları ile hiç ilgisi olmayan meslekle karşınıza çıkacaktır.

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu denir değil mi?

Adam uçak yolculuğu sırasında yan koltukta kitap okuyan yolcuya;

--- Sizinle her sohbet edebilir miyiz?

--- Hangi konuda?

--- Mesela ekonomi, enerji, siyaset diyerek sıralamaya başlamış. Kitap okuyan yolcu;

--- Sana bir soru sorayım o zaman.

--- Buyurun sorun.

--- Kuyun, sığır, at, eşek aynı otu yemi yedikleri halde niye dışkıları aynı değildir? Adam hayret içerisinde cevap vermiş;

--- İnanın bilmiyorum!

--- Hiçbir ..oktan anlamıyorsun, bir de benimle sohbet etmek istiyorsun. Diyerek kitabını kaldığı yerden okumaya devam eder.

Herkes bildiği konuda uzmanlaşıp işini en güzel şekilde yapmak için gayret gösterse ne güzel olur değil mi?

Bilmediğimiz konularda ahkâm kesmeye, küllük müftülüğü yapmayı nedense pek seviyoruz.

“Lüzumsuzu ateşe atmışlar odunum yaş. Demiş.

Gerçekten uzmanı olduğumuz konuda, işte muhakkak bilgilerimizi bir başkasına aktarmak en güzelidir. Ancak, bilmediğimiz konuda ise hüküm vermek, ahkâm keserek küllük müftülüğü yapmamalıyız.

Yukarda ifade ettiğimiz çizmeyi aşma, deyimi bunun en güzel örneğidir.

Ukala ve insanlık kumaşını güve yemiş her dokunduğu yeri tel tel dökülenlere ise söyleyecek söz bulamıyorum.

Ya siz bulabilir misiniz?

Gelelim çizme deyiminin içeriğine;

Milad-ı İsa'dan üç asıl evvel Efes'te Apelle (Apel) isimli bir ressam yaşarmış  Bu ressamın en büyük özelliği yaptığüı resimleri halka açması ve gizlendiği bir perdenin arkasından onların tenkitlerini dinleyip hoşa gidecek yeni resimler için fikir geliştirmesi imiş

Günlerden birinde bir kunduracı, Apel'in resimlerinden birini tepeden tırnağa süzüp tenkide başlamış  Önce resimdeki çizmeler üzerinde görüşlerini bildirip, kunduracılık sanatı bakımından tenkitlerini sıralamış 

Apel bunları dinleyip gerekli notları almış  Ancak bir müddet sonra adam, resmin üst kısımlarını da eleştirmeye hatta teknik yönden, sanat açısından, renklerin kontrasından ve gölgelerin derecesi üzerine de ileri geri konuşmaya başlayınca Apel, perdenin arkasından bağırmış:

- Efendi, haddini bil; çizmeden yukarı aşma!

Bizler toplum olarak çizmeyi aşanları nasıl değerlendiriyoruz?