Bir bayramı daha geride bıraktık. Cenab-ı Hak, ailemiz, evlatlarımız ve sevdiklerimizle birlikte bir Kurban Bayramını daha görme ve yaşama fırsatı verdi bizlere. Bunun için ne kadar şükretsek azdır.

Günler, haftalar, aylar, yıllar geçip gidiyor. Bu aylar ve yılların içinde insanoğlu sevinçler ve üzüntüler yaşıyor. Düğünler, bayramlar bizim sevinç günlerimizin, hastalıklar ve ölümler de hüzünlü günlerimizin başında yer alıyor.  

Öyle anlar oluyor ki insan sevineceğine veya üzüleceğine karar veremiyor. Sevinç ve üzüntü birbirinin içinde aynı anda yaşanıyor.

Toplum olarak bizi birbirimize kenetleyen, birlik ve beraberliğimizi zirveye taşıyan dini ve milli günlerimiz ve bayramlarımız var. Bunlar çok özel günlerimizdir bizim…

Yıllardır yazdığım bir cümleyi önemine binaen tekrar yazarak konuya giriş yapayım. Özel günler olan bayramlarımız tatil olarak değil, bayram olarak yaşanmalıdır ama maalesef toplumumuzda bayramı tatile dönüştürme anlayışı giderek yaygınlaşmaktadır.

Bayramlar artık eski güzelliklerini kaybediyorlar. Eski ziyaretleşmeler, sılayı rahimler gittikçe azalıyor. Bayramlara tatil gözüyle bakılmaya başlandı. Hele hele bu bayramda olduğu gibi uzun bir bayram tatili olunca herkes soluğu tatil bölgelerinde alıyor.

Bayramlarımız beraberlik içinde, birbirimizle kaynaşarak kutlanırsa bir anlam ifade eder ve millet olarak bizi kopmayan bir bağ ile bağlar. Aksi takdirde bu özel günlerin diğer günlerden bir farkı kalmaz.

Son yıllarda dini bayramlarımız maalesef bir tatil olarak algılanmaya başlandı. Ne zaman bayram gelse hemen evlerini kapatarak tatile koşan ailelerin sayısı yıl geçtikçe artıyor.

Bu davranışlar çocuklarımız için de kötü örnek teşkil ediyor. Ailesinden ve ebeveyninden böyle gören yeni nesillerimiz de aynısını taklit ediyor ve bayramlarımız asli unsurundan giderek uzaklaşıyor.

Bu da gerçekten çok üzüntü verici bir durum. Zira bu anlayış millet olarak birlik ve beraberliğimizin, komşuluk, dostluk ve akrabalık bağlarının yok olması anlamı taşır.

Dini ve milli günlerimizden kopmak, milleti millet yapan en önemli özelliğin kaybolması anlamına gelir ki bu durum geleceğimiz için endişe vericidir.

Biz bir ve beraber olursak ancak millet olma vasfımızı sürdürebiliriz. Her bir ferdin ayrı baş çektiği bir toplum millet olma vasfını kaybeder.

Bu anlayışın bir an önce düzelmesini temenni ediyorum.

Evet, bir bayram daha geçti. Aslında geçip giden ömürlerimizdir.

Her yıl iki dini bayram yaşadığımıza göre, ben dünyaya gelişimden bugüne kadar 136 kez bayram yaşamışım. Bu kadar yıl nasıl da hızlıca akıp gitti bilmiyoruz.

Zaman hızlı akıyor. Bir sel gibi, bir fırtına gibi akıp gidiyor zaman… Son bir kaç aylık zaman dilimi de aynen böyle akıp gitti.

Bitmeyecek zannettiğimiz Ramazan ve akabinde gelen iki bayram da bir gün gibi geçti gitti.

Geçen her gün, ömrümüzden bir çentik, bir kertik, bir oyuk açarak gidiyor. Açılan bu oyuklar gittikçe büyüyerek bir gün bizi de kabir çukuruna düşürecek ve ahiret hayatına yolcu edecek ve orada gel bakalım ver hesabını denecek.

Aslında hayat hep böyle geçiyor. Gelecek günlerde olacak güzel şeylerin ümidi içinde, ömür o güzellikleri bekleyerek geçiyor. Hep önümüzdeki günler içinde rahatlayacağımızı düşünerek geçen zamanlar, ömrümüzü törpülüyor.

Takvim yapraklarından koparılan her kâğıt parçası ömrümüzü çalıyor ve bizi ölüme biraz daha yaklaştırıyor.

Geçen her gece ve gündüz, giden her bir saat, dakika hatta saniyeler hayat süremizin biraz daha azalmasına sebep oluyor. Farkında olmadan geçip giden haftalar, aylar, seneler, gelen yeni Miraçlar, Beratlar, Ramazanlar, Kadirler bizi ölüme doğru sürüklüyor.

Her gün ve her an ölüme biraz daha yaklaşıyoruz. Dünya hayatı her geçen gün biraz daha kısalıyor. Ebedi olan ahiret hayatına her gün biraz daha yaklaşıyoruz. Ölüm genç, ihtiyar dinlemiyor. Takdir edilen ömür ne kadarsa ancak o kadar hayatta kalabiliyoruz.

Ölüme ilk önce yaşlı ve hasta olan değil, eceli gelen, takdir edilen ömür süresini dolduran, kendisine verilen nefes sayısını tüketen kimse atıyor adımı... Ölüme gitmenin sırası olmuyor.

Bir bayram daha geçti ama yaşanan acılar geçmeden devam ediyor.

Zalim güçlerin egemen olduğu dünyanın her yerinde, Müslüman kıyımı sürüyor.

Gazze’de, Arakan’da, Türkistan’da ve diğer bölgelerde zalim yöneticilerin zulmü altında inleyen Müslümanların feryat figanları bayramda da aralıksız devam etti halen devam ediyor.

Sınırlarımızda din ve vatan uğruna, hainlerle çarpışan güvenlik güçlerimize ait şehit naaşları gelmeye devam ediyor.

Halkı Müslüman ama büyük şeytan ABD’nin kuklası olan ülkelerin yöneticileri zulümler karşısında sessizliklerine hatta zalim ABD’nin yanında yer almaya devam ediyor.

Gazze 8,5 aydır bombalanıyor. Bilinen şehit sayısı 38 bine ulaştı. Enkaz altında daha ne kadar şehit naaşı var bilinmiyor. Yaralı sayısı 100 bine dayandı. 

Gazze kan ağlıyor. Filistin yanıyor. Ortadoğu inliyor.

Yüz yıldır akan kan Müslüman kanı… Osmanlı’nın yıkılışından bugüne kadar bir türlü huzur bulamayan Ortadoğu’da, zulümler bitmek bilmiyor. 

Filistin toraklarına bir ur gibi yerleşen Siyonist İsrail devleti, bölgeye bir türlü huzur vermemiş, İsrail’in güvenliği için batılılar milyonlarca Müslümanı gözünü kırpmadan ölüme sürüklemiştir. 

Büyük İsrail’in kurulma planları vardır. Türkiye üzerinde oynanan oyunların arkasında da bu plan bulunmaktadır. Bir taraftan PKK ile diğer taraftan Büyük İsrail planı ile Türkiye parçalanmak isteniyor.

İslâm coğrafyasının büyük bir bölümü kan revan içinde iken, kardeşlerimiz zulüm altında inlerken, suçsuz günahsız küçücük bedenler bombalar altında can verirken bizler bu kan dondurucu fecaatleri film izler gibi izliyor ve bayram yapıyoruz ama bayramımızı bayram gibi yaşamamız mümkün olmuyor.

Yüzbinlerce Müslümanın evsiz barksız kaldığı, milyonlarca mü’min kardeşimizin yiyecek ekmeğe, içecek suya muhtaç hale geldiği, toplu ölümlerin yanında yaralıların gerekli ilaçlar bulunmadığı için gözler önünde yavaş yavaş ölüme gittiği, bizlerin de bu manzaraları çaresizlik içinde, acıyla kıvranarak sadece seyretmekle yetindiğimiz bir ortamda,  Allah’ın ihsan ettiği bayramımızı heyecan duyarak, içten, gönülden hissetmek ve yaşamak ne mümkün?

Yakınlarımızın bayramlarını tebrik ederken, kelimeler boğazımızda düğümlenip kalıveriyor. Kendimizi ne kadar bayramın havasına kaptırmaya çabalasak da, gözümüzün önüne dizilip kalan acı ve ızdırap dolu manzaralar buna imkân vermiyor.

Bayrama kavuşmanın sevinci ve mutluluğu içinde olmamız gerekirken bombaların altında bir anda cansız kalıveren Gazze’nin suçsuz günahsız yavrularını kafamızdan, beynimizden ve gönlümüzden çıkarmamız mümkün olmuyor.

Ailelerimizle, yakınlarımızla iştiyak içinde kucaklaşarak bayramlarımızı kutlamamız gerekirken, bir mü’min kadının gözyaşları içinde arşı alayı titreten “dünya nerede, Müslümanlar nerede?” feryadını duymamak, bu haykırışa duyarsız kalmak mümkün olamıyor.

İçimiz yanıyor, gözyaşlarımız sessiz sessiz akıyor, bayramlarımızdan zevk alamıyoruz, kelimelerle beraber lokmalarımız da düğümlenip kalıyor boğazımızda… Büyük bir çaresizlik içinde sadece dualarımızı ulaştırabiliyoruz onlara… Bu hasletleri de taşımıyor olsaydık, bu acıları, bu yürek yangınlarını duymamış olsaydık, imanımızı sorgulamamız gerekirdi.

Miracın ilk durağı olan Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Filistin 100 yıldır kan ağlıyor. Doğu Türkistan, Arakan ve daha nice ülke Müslümanlarının ahları yıllardır arşı âlâyı inletiyor. Dünyanın gözü önünde Müslümanlar bir bir yok ediliyor.

Küçücük çocuklarla beraber insanlık onuru da öldürülüyor. Ve gökten yağmur değil, durmadan bombalar yağıyor kardeşlerimizin üzerine…

Su değil, oluk oluk kan akıyor İslâm ülkelerinin caddelerinde…  Sokaklarda bekleyen onlarca, yüzlerce ceset hayvan ölüsü değil, ruhu cennete uçmuş cansız Müslüman bedenleri… 

Ve biz bir bayramı daha böyle yaptık, yapıyoruz. Buruk bir şekilde, içimiz kan ağlayarak… 

Müslümanları yıkan; Milli şairimizin, “Tek dişi kalmış canavar” dediği batının tavrı değil,  bu zalim gidişata hiç sesi çıkmayan İslâm dünyasının satılmış liderleridir. Sözün ve insanlığın bittiği yerdir burası…  Müslümanların kaybettiği büyük bir imtihan alanıdır şu anda İslâm diyarları ve Gazze…

Acı, ızdırap, ölüm, kan, gözyaşı, feryat, figan olmadan huzur içinde kutlayacağımız nice bayramlara ulaşmak niyazıyla sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum.