Bir kadın, her şeyi göze alıp, bir imza ile yuvasını terk ettiğinde aslında sadece bir evliliği değil, yıllarca içinde kurduğu hayalleri, emekleri burası çok önemli ve kendine bile itiraf edemediği korkuları da bırakır ardında. Boşanmak, kimilerine göre özgürlüğe açılan bir kapıdır; kimilerine göre sessizce yaşanan bir yas süreci. Ama kadınlar için, bu süreç sadece bir ilişkinin bitişi değildir. Bu, bir kadının toplumla, ailesiyle, kendisiyle ve hayata yüklediği anlamla yeniden yüzleşmesidir.
Kadınların boşanma süreci, önce kendi içinde başlar. Uzun zamandır süren sessiz tartışmalar, içinden yükselen o yorgun ses ve “artık böyle yaşayamam” diyen içsel çığlık… Kadınlar susarak gider aslında.. Evliliğin içinde yasını tutmaya başlar. Kadın umudu bittiğinde gider. Bazen bir gece yarısı uykusundan uyandırır, bazen çocuklarına kahvaltı hazırlarken gözlerine dolan yaşlarla kendini gösterir. Ama ne zaman ki kadın, gitmenin kalmaktan daha az acıttığını fark eder, işte o zaman yolculuk başlar.
Toplum, bu yolculuğun başında kadını sorguya çeker. “Neden dayanamadın?”, “Biraz daha sabretseydin olmaz mıydı?”, “Boşanmış kadın olmak kolay mı sanıyorsun?” soruları, kadının yorgun omuzlarına daha da fazla yük bindirir. Çünkü bu toplumda kadın, evin direğidir; evi bir arada tutan görünmez iplerin düğümüdür. Kadın giderse, ev çöker zannedilir. O yüzden giden kadına pek iyi gözle bakılmaz. Bazen çocuklar öne sürülür. Onlar için kalmalısın. Aslında boşanmalar çocuklar içindir. Ruhu hasta olan annelerin çocuklarının da ruhu hastalanır. Anne ne kadar sağlıklı kalırsa çocuklarda o kadar sağlıklıdır. Düşünsenize eve geldiniz annenizin canı sıkkın, o ev cehenneme döner. Aynı durum babanızda olsa, aman birazdan düzelir der devam edersiniz. Anne evin aynasıdır. Düşünün uçaklarda bile önce kendi maskeniz sonra çocuklarınızın maskesi denirken, bir annenin oksijeni olmadığı bir evde çocuklarına ne kadar nefes olabilir.
Ekonomik boyutu ise başlı başına bir savaş alanıdır. Kadın, çoğu zaman evlilik boyunca evin içinde var olur; emeği, görünmez bir sevgi fedakârlığına dönüşür. Bu fedakarlık ise zamanla görev haline gelir. Boşandıktan sonra ise bu emeğin hiçbir karşılığı yoktur. Kiralar, faturalar, çocukların masrafları ve çoğu zaman ödenmeyen nafakalarla yüzleşir. Bir yandan çalışmak, bir yandan çocuklarına hem anne hem baba olmak, hem de hayata yeniden tutunmak zorundadır. Ve tüm bunları yaparken, sessiz bir şekilde güçlü kalması beklenir.
Peki ya annelik? İşte orası bambaşka bir yara, bambaşka bir başlık… Kadın, bir yandan çocuklarını babasız bırakmanın suçluluğunu taşır, bir yandan “çocuklarım için sabretmeliyim” fikriyle kendini yıllarca tükettiğini fark eder. Ama bilir ki çocuklar mutsuz bir evde büyüdüğünde, bu mutsuzluk onların ruhuna kazınır. Yine de bir anne için çocuklarını mutlu edememe korkusu, yetememe korkusu kendi mutsuzluğundan bile daha ağırdır. Bu yüzden birçok kadın, boşandıktan sonra bile kendini suçlar. İçten içe gizlice.
Ve en çok da gece olduğunda zorlanır kadın. Çocuklar uykuya daldığında, telefon sessizliğe gömüldüğünde, salondaki o tek kişilik sessizlik onu bulur. Evlilik boyunca eksilttiği, vazgeçtiği, unuttuğu kendisiyle yüzleşir. Bir zamanlar nasıl hayalleri vardı, ne olmak istemişti, neyi sevmekten vazgeçmişti… Hepsi bir bir su yüzüne çıkar. Boşanma, sadece bir adamı hayatından çıkarmak değildir; kadın için, o adamla birlikte kendinden uzaklaştırdığı her şeyi geri çağırmaktır. En önemlisi benliğini. Belki yıllarca kendi olamadan yaşamıştır, şimdi ise sadece kendini çağırmaktadır.
Zor mu? Evet, çok zor. Ama imkânsız değil. Bir kadın, boşanma sürecinde hem yıkılır hem yeniden doğar. Küllerinden doğmak diye anlatırım ben bu durumu. Yeniden tutunmak yeniden hayaller kurabilmek, yeniden kendin için nefes almak belki de. Bir yandan kendini kaybederken, diğer yandan kendini ilk kez bu kadar güçlü tanır. Çaresizlik içinde hayata meydan okur, korkarak attığı her adımda aslında cesur olduğunu fark eder. Cesaretin kendi içinde var olduğunu bilir. Ve bir gün aynaya baktığında, gözlerindeki o derin yorgunluğun altında parlayan bir başka ışık görür. Adı: Özgürlük. Bu özgürlük kendini ifade edebilme, olduğun yerde sadece kendin olabilme özgürlüğü.
Evet, boşanma kadınlar için çok daha zor. Çünkü bir kadın, boşandığında sadece bir eşini değil; toplumda kendisine biçilen tüm kimlikleri, dayatılan tüm rollerin ağırlığını da taşır sırtında. Ama o yükü taşıyan her kadın, sonunda kendine bambaşka bir yol açar. O yol, dikenli ama gerçek bir yoldur. Ve o yolda yürüyen her kadın, kendi hayatının kahramanıdır.
Çünkü bazen en cesur hikayeler, “dayanamadım ve gittim” diyerek başlar.