Şehirler inşa edilirken sokaklarıyla, sokaklarında yaşayan insanlarıyla ruh bulurlar! Yalnızca yapıtlarıyla değil, değerleri sebebiyle de yaşanır bazı şehirlerde. Şehirlerin yapılarının yanı sıra inşa edilen değerler ve bazı şahsiyetlerin şehirlere aktarmış olduğu hissiyatları okurlarıyla buluşturan Yazar Kâmil Uğurlu, şehirlere özgü yazdığı şehrengizleriyle şehirlerin ruhlarına tekrar dokunuyor! Bölgelerde yaşayan tarih ve edebiyat alanında önemli şahsiyetlerin isimlerinin birtakım yerlere verilmesi hususunda da çalışmalarda bulunan Uğurlu, halk hâfızasında ayrılmayacak şekilde bütünleşen isimlerden Tantavi Hanı’yla ilgili bilgi verdi.

Tantavi; Mısır’dan Konya’ya Geldi (1)

‘Sosyal konutlar kazandırılmalı’ ‘Sosyal konutlar kazandırılmalı’

HAFIZALARDA AYRILMAZ BİR BÜTÜN HALİNİ ALIYORLAR

Türkiye’de her şehre has mutfak, dil ve yaşam kültürü bulunmasının yanı sıra aynı zamanda geçmişte o şehirlere yolu düşmüş ya da o şehirlerde yaşamış kişilerin, günümüzde de anılmaları adına mekanlara isimleri verilmiş. Bu durumun bazen bir şehri övmek bazense ‘hayırlı’ olarak görülen şahsiyetleri şereflendirmek amacıyla bir âdet haline getirildiğine dikkat çeken Yazar Uğurlu, Şems-i Tebriz’i, Sadrüddin’i Konevi, Erzurumî, Uşşakî gibi isimlerin, şehirlerle bütünleşmiş kişilere verilerek o kişilerin halk hâfızasında ayrılmaz bir bütün halinde birleştiğine dikkat çekti.

Tantavi; Mısır’dan Konya’ya Geldi (2)

‘BELKİ DE TEK ÖRNEĞİ!’

Bazı örneklerde ise alimlerin isimlerinin yaşadıkları şehirlere verildiğini ifade eden Uğurlu, ‘bu durumun belki de tek örneği’ dediği Ahmed Yesevî’yle ilgili şunları söyledi: “Şehirler hayırlı kişilerle anılırken, adını, yaşadığı, nefes aldığı şehre verenler de vardır. İslâm’ın yaşandığı başka yerlerde örnekleri var mıdır bilemiyoruz, fakat, Hz. Hâce Ahmed Yesevî bu ululardan biridir. Belki de tek örneğidir. Önce o da doğduğu şehir Yesi ile anılmış, zaman içinde, sıfatı ismi olmuş, ama pâye olan kelime yaşadığı şehre şeref verir olmuştur. Hz.Yesevî’yi Türkler, ‘Türkistan’ın Pirî’ diye anmayı âdet haline getirince, yaşadığı ve ‘hayır’ inşa ettiği şehir, onun adıyla, sıfatıyla anılır olmuştur. Bugün onun yaşadığı ve hâlen dinlenmeye vardığı şehir ‘Türkistan’ adıyla anılmakta, bilinmektedir.”

‘MISIR’DAKİ BAHÇENİN İSMİ, KONYA’DA KARŞIMIZA ÇIKTI’

Batı kültüründe şehirlerin isimleştirilmesinin Hristiyan aziz ya da hükümdarların isimleriyle olduğuna dikkat çeken Uğurlu, Türk kültüründe ise şehirlere dokunan ve o şehri şereflendiren kişilerin isimlerinin kabulünün söz konusu olduğunu ifade etti. Konya’da kültür merkezine, İstanbul’da ise tünele verilen ‘Tantavi’ ismiyle ilgili araştırmalarda bulunan Uğurlu, Mısır’da bir yerleşim yeri olan ‘tanta’ kelimesinden doğabilecek olan Tantavi kelimesiyle ilgili, “Merhume Sâmiha Ayverdi’nin ‘Kimdi şu Tantavî’ adlı bir makalesi vardır ve bu kişinin, yani Tantavî’nin ve onun hatırasının, hayatına akseden tarafını anlatır. Ailece zaman zaman uğradıkları bir mesireye ‘Tantavî Bahçesi’ denildiğini, severek, haz duyarak dinlendikleri güzel bir yer olduğunu anlatır. Sâmiha Anne’nin sohbetindeki bu Tantâvî, bize Arabistan’da sevgili dostlarımız Tülây ve İbrahim Numan ile geçirdiğimiz uzun çalışma günlerimizi hatırlatırdı. Gece geç vakit, başında Mısırlı hocaların giydikleri sarık ile kara kuru fakat canlı ve çok güzel konuşan bir hatip, televizyonun en uzun programına başlardı. Kendisine yazılı olarak sorulan soruları cevap¬landırır, ara-sıra şakalar yapar, konuşması uzadıkça uzardı. Tantâvî Hoca denirdi. Ertesi günü, fetvaları konuşulur, yaptığı şakayı kim nasıl anladı görüşmeleri yapılırdı. Sâmiha Ayverdi merhumun sohbette sözünü ettikleri Tantâvi elbette bu zat değildi. Fakat günün birinde Çamlıca’daki bahçenin sahibi Tantâvî, Konya’nın bir köşesinde karşımıza çıktı.” şeklinde konuştu.

MISIR’DAKİ ŞEHİR TANTA, KONYA’YA NASIL GELDİ?

Konya’da eski dönemlerde Tantâvî Ambarı olarak bilinen taş yapıtı yaptıran kişinin, Sâmiha Ayverdi’nin eserinde geçen Tantâvi olup olmadığı konusunda da araştırmalarda bulunan Uğurlu, araştırmanın sonucunu şu şekilde paylaşıyor: “Tanta, Mısır’da bir şehir adıdır. Dini eğitim verilen önemli merkezlerden biridir ve Müslüman ülkelerden Kahire’deki Cami-ül Ezher’e olduğu kadar buraya da talebeler gelmektedir. Nazilli müftüsünün oğlu Hafız Ragıp Efendi de Tanta Şehrine Kur’an-ı Kerim ve Şer’i ilimler öğrenmek için gitmiştir. Yurda döndükten sonra Balıkesir mebusu ve âyân meclisi ikinci reisi Abdülâziz Mecdi Efendinin kızıyla evlenen Hafız Ragıp Efendi’den halk arasında ‘Tantâvi Ragıp Efendi’ olarak bahsedilmekte olup bir süre Konya’ya da gelmiş ve bu zaman içinde Kapı Camiinde hocalık yapmakta, aynı zamanda talebe yetiştirmektedir.

Tantâvî Ragıp Efendi, hatırlı ve zengin kayınpederinden başka, baba tarafından da varlıklıdır. İstanbul’daki önemli gayrimenkullerinden sonra, Konya’daki ikâmeti ona buğday ticaretini de öğretmiş, İzmir’de İncir Çarşısında bir büro almış, Konya ile bağım ticaret alanında da devam ettirmiştir. Konya’daki ambar bu yıllarda ve bu işler için yapılmıştır. Tarih 1903’tür. 1920 yılında 45 yaşında İzmir’de vefat ettiğinde arkasında birçok seçkin talebe, iyi bir isim ve başta İstanbul olmak üzere Konya ve İzmir’de birçok gayrimenkul bırakmıştır. Sâmiha Anne’nin Tantâvî’sinin bu hafız Ragıp Efendi olması muhtemeldir. Çünki Ragıp Efendi’nin vârisleri, O’nun Çamlıca’da önemli malvarlığı olduğunu söylemektedirler.”

Muhabir: HACER CEYLAN