Geçen yüz yılın ortalarında can alan tehlikeli hastalığın yanında bir de can alan ilaç komisyoncuları vardı. Geçenlerde doktora gittim yaşlılığın getirdiği ağrılarımdan dolayı devamlı kullandığım ilaçlardan birkaç ilaç daha yazdırmak istedim, ilaçların kutularını uzattım tabibe. Tabip yüzüme baktı “İsmail amca şunları şunları yazarım da şu iki ilacı yazamam” dedi. Şaşkınca yüzüne baktım neden diyecektim, “Bunlardan elinizde var yani sana daha önce yazmışız elinizde mevcut var deyince evde olunca yazılmaz mı?” dedim. “O ilaçlar bitmeden yazılmaz prosedür böyle” dedi.

Haklıydı doktor evde o dediği haplardan daha vardı ama ben gitmişken onları da yazdırayım demiştim. İlaçları aldım gelirken aklıma eskilerde yaşadığım çok hazin olaylar geliverdi ve Allah’a binlerce kere dua edip “Devletimize zeval verme rabbim” diye yalvardım.

Neden mi? Eskiden ülkemizde tıp bu kadar ileri değildi doktorların bilgisi de ona keza tıbbi alet edevat ise çok yetersizdi. Doktora hastayı götürüyorsun, hastalığa tam teşhis koyamıyor, teşhis koysa bile onun çaresi olacak ilaçları bulmak bulunca da almak ayrı bir dertti.

O yıllarda bilhassa köylerde baskın hastalıklar verem (ince hastalık) çok duyulmasa da kanser, çok kişileri aramızdan sessizce alıveriyordu.

Sene 1974, köydeyim yakın bir komşumuz vardı, çok cana yakın çok yardımsever, mazlum kimse için kötülük düşünmeyen kalbi temiz bir ağabeyimiz idi. Benden 12, 13 yaş büyüktü. Büyükşehirlerden birinde çalışıyordu. O da şehri bırakıp köye çoluk çocuğunun yanına dönmüştü benim gibi. Ben de 10 yıl kadar gurbet hayatı yaşadıktan sonra köyüme dönmüştüm. Evlenip köy yaşamına uyum sağlamaya çabalıyordum.

Küçüklüğümden beri saygı duyup sevgi beslediğim ve köyün dağ işlerinde de çok yardımını gördüğüm ağabey hastalanmıştı, bunu bizler dışarıdan fark ediyorduk ama o güçlü bünyesinin verdiği cesaret ile hastalığını çok önemsemiyordu. Bir gün ailecek otururken durumunu beğenmediğim ağabeye dayanamayıp “Sen bir hayli hastasın gerçi aldırış etmiyor gaileye almıyorsun ama maddi durumun müsait, yarın hazır ol seni bir doktora götürelim ağabey. Sen hasta değilim diyorsun doktor da bunda bir şey yok derse döner geliriz kaybımız ne olacak? Yarın sabah kamyonun önüne çık ben de geleceğim” deyince boyun büktü, “Peki gardaşlığım” dedi. Çünkü öksürüşü normal değildi.

Ertesi gün köyün vasıtası olan açık kamyona binip Konya’ya geldik. İlk işimiz onu Aziziye Cami batısında İstanbul Caddesi üzerinde bir dahiliye uzmanına (şimdi merhum) götürüp muayene ettirdim ve bunun hastalığı önemsemediğini de belirttim. Doktor muayene etti. O ağabeye “Sen bir hayli hastasın, tedavi olman lazım gecikirsen sonucu kötü olur” dedi. Ücreti ödedik çıkarken bana doktor, “Sen biraz kal diye işaret etti, o merdivenleri inerken ben yanında kaldım.

“Hasta ile yakınlığınız nedir?”

“Komşuyuz.”

“Bunun hatalığı ikinci devrede ince hastalık. Burada belki tedavisi zor olur. Büyükşehirlerde daha iyi olur. Götürün mutlaka ihmal etmeyin.”

“Kendisine söylesen iyi olur Doktor Bey.”

“Sen izah et, ben söylersem hastaya ağır gelir”

Bir iki ağrı kesici ilaç da yazdı oradan çıktık. Onun da benim de iyi tanıdığımız sözü dinlenen bir adamın dükkânına geldik. Durumu enine boyuna konuştuk. O benden daha yakın akrabası olunca ben doktorun bana söylediklerini usulca aktardım bunu daha evvel kaldığı ve çok tanıdığının olduğu büyük şehre kız kardeşi ile gönderme kararı aldık. Çünkü uzun süre tedavi olması gerekti.

Ben şehirde görülecek başka işlerim için ayrıldım. Vasıtanın Konya’dan çıkacağı vakte kadar görüşmedik.

O yıllarda bazı bir müddet hasbelkader ya doktor yanında çalışmış veya hasta bakıcılık yapmış kendini bir şey zanneden para tamahkârı bilge geçinen zavallılar vardı. Böyle kırsaldan gelenleri ağına düşürür, anlaştığı bir eczaneye götürür kendince bu hastalığa şu ilaçlar iyi gelir diyerek 100, 200 hatta 300 liralık iğne ilaç yazdırıp kendi komisyonunu alır, hastaları ölüme götüren betbahtlar ortalıkta fink atardı.

Bu ağabey de benden ayrıldıktan sonra bir akrabasına rastlar. O bunu o diplomasız doktor geçinen adamla tanıştırır, bunu bir eczaneye götürüp yüklü ilaçlar aldırır, “Haydi bunları kullan, senin bir şeyin kalmaz. İlaçların biterse yine gel, ben bunları tanırım, seni ezdirmem sosyal güvencen de yokmuş başkalarına kapılma” diye tembih eder.

Akşamüzeri köyün aracına bindik ağabeyin yüzü gülüyor. “Hayrola abi” dedim. “Hayır yahu ben sana dedim benim bir şeyim yok diye, filan akrabam beni tanıdığı filan köylü bir emekli toktur ile tanıştırdı, o da şu ilaçları yazıp tanıdığı eczaneden aldı, bunlardan iyi olacağım ben” dedi.

Üzülerek baktım. “Abi o adamı ben tanırım doktorluğu filan yok, bir doktor yanında çalışmış. Onlara aldanma sen. Gittiğimiz doktorun dediğini yap” diye uzun uzun uyardım. Yine sözüm geçmedi, içim kan ağladı. Köye geldik kırsalda bu iğne yapma diş çekme gibi işleri benim gibi askerde veya sivilde biraz görmüş olanlar idame ettirirdi. Çaresiz şehre 50 km uzaktasın her gün iğne için şehre gidip gelme imkânın yok. Bana her akşam geliyor biraz da mahcup, iğnemi vur beni bu iğnelerle ancak sen ayağa kaldıracaksın” der iğnesini yaparım. İçindeki prospektüsü okudum, doktorun dediği hastalıkla hiç alakası yok ilaçların. Ertesi gün kız kardeşini çağırıp durumu izah ettim, abla bunu ikna edip Ankara’ya götür durumu iç açıcı değil diye. Birkaç gün ses çıkmadı yine abla ne oldu diye sordum gitmiyor. Sende virem varımış ağa dedim ikna edemedim Ismayıl” diye çaresizliğini belirtti.

İğneleri vurmak uzun sürdü hastalığı artıyordu. Bir gün bizim evde iki ayak merdiveni inemedi bana “Ismayıl benim dışkımdan kan geliyor” deyince aklım başımdan gitti. Ertesi gün yine doktora getirdim şehre, aynı doktora gittik. Doktor bizi görünce Ankara’ya gitmediniz mi?” dedi. “Götüremedik doktor bey” dedim.

Doktor çok babacan adamdı bana “Koca çınar gibi adamı ölüme terk etmişsiniz. Hayvan herif, şimdi senin ağzını burnunu kırsam ne olur ben muayene parası filan istemem hemen acele bir araba bul bu adamı şu kağıtla beraber Akyokuş Göğüs Hastanesi baştabibine ver” dedi. Götürdüm başdoktor hemen yatış verdi. Yatırıp geldim. Beş on gün sonra kız kardeşine bu hastaya burası iyi gelmedi, sizin köyün havası iyi gelir çocuklarının başına götürün deyip taburcu edivermişler.

İşin vahametini geç anlayan ağabey beni Ankara’ya götürün diye tutturdu. Köyde herkesin işleri yoğun tabi benim de işlerim çok, yalnızım da. Yine kız kardeşi ile Ankara’ya gönderdik orada bütün tanıdıkları hatta aralarında doktor olan biri de vardı birçok hastaneye müracaat edilse de kimse kabul etmemiş. Arkadaşı olan doktor İsmet Bey de “Kardeşim ben seni çok severim ama öz kardeşim olsan sana bıçak vurdurmam” demesine rağmen, çaresiz kim ne derse ona giderler. En sonunda Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi 10 bin lira karşılığında ameliyat etmeyi kabul eder ama ne yazık ki başka diplomasız canilerin sözüne kanan saf ve temiz herkesçe sevilen ağabey masada kalır. Bir karlı kış günü köye cenazesi geldi. İmkânsızlıklardan dolayı birkaç gün yollarda olunca gece vakti köy mezarlığına defnettik. Köyümüzün ihtiyar hocası defin boyunca bu güzel adama ağlamaktan bitap düştü. Allah rahmet eylesin. Bugünkü sağlık sistemiyle insanları çaresiz bırakmayan devletimiz var olsun. 50 yıl öncesini düşünüyor bu günlere şükrediyorum.