Varlık dünyasına geldiğinden beri insanoğlunun hikâyesi, iki yoldan birinde olmakla ilgilidir: Şükredenlerin yolunda ya da kadir kıymet bilmezlerin yolunda. Cenab-ı Hak buyurur ki, “İnsanı (ömür boyu yürüyeceği) bir yola koyduk. O, bu yolu şükrederek veya nankörlük ederek yürür.” Kendisine iyilik ve erdem yolunu seçenler, “iyilik yarışına girip bu konuda öncülük ederler.” Allah (c.c.) iyilik için yola revan olanları bir yandan, “Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın!” diye teşvik ederken, diğer yandan da daima dua makamında kalıp; “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Mülkü dilediğine verir, dilediğinden de çeker alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Senin kudretin her şeyden yücedir.” yakarışıyla iyiliği tevazu içinde arzulamayı onlara öğretir. İyilik yolcusu, Allah’a ait olup da emaneten kendisine teslim edilen mülkü, fakirin, yetimin, dulun ve yoksulun tebessümüne vesile kılmakla, mülkün gerçek sahibine şükrünü eda etmenin huzurunu yaşar. İhtiyaç duyduğu hâlde yardım isteyemediği için ezilen, incinen, horlanan gariplerin sofrasına aş sunmak, onun için sadece varlığın sahibine hamd etmektir. Çünkü iyilik yolcusu, “yaptığı her iyiliği Allah’ın en güzel şekilde bildiğini” idrak eder, bu idrakle umut ve huzur bulur.