Sorumluluktan Kaçınmak

Abone Ol

Yine yanı başımızdan her an yaşadığımız bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sorumluluktan kaçınmak;

Hepimiz yaşamışızdır sınıfta hoca sorar;

Herkes anladı mı? Hep beraber evet deriz.

Anlamayan var mı sessizlik!

Soracağınız bir şey var mı? Yine bir sessizlik…

Anlamak bizim sorumluluğumuz olduğuna göre anlamadığımızı sormamız gerekmez mi?

Anlamadım dersek ne olur?

Bir konuyu iyi anlamak mı insanı güçlü kılar yoksa anlamadığımız için anlamadım demek bizi güçsüz mü kılar?

Hoca sorar ödevi yaptınız mı?

Hocam misafirimiz vardı.  Akrabalara gittik. Hastaydım.

Hayatında zaman zaman başarısızlık yaşayan insanlardan şunu duyarız;

Annem veya babam engellemeseydi şu an başarılı bir iş adamı olacaktım.

Babam çok sertti, çok travma yaşadım.

Kitap okumayı çok istiyorum ama kimse bu alışkanlığı bize kazandırmadı.

Sorumluluktan kaçmak için geçmişimizi suçladığımız anlar olmuştur. Hatta geçmişini suçlarken bugününü tamamen ihmal eden insanları tanırız, sizler de tanımışsınızdır.

Hatta öyle bir kaçınırız ki kendimize karşı sorumluluğumuzu bile ihmal ederiz.

Sigarayı bırakamayız, dengeli beslenemeyiz sonra bizi böyle alıştırdılar der işin içinden sıyrılırız.

Çocukluktan gençliğe iş yaşamına kadar olan süreçte artık sorumluluktan kaçınmak bizim bir becerimiz haline gelir. Hatta sorumluluktan kaçabilme kabiliyetimiz aynı zamanda yaşamdaki başarımızı da etkiler.

Artık sorumluluktan başarılı bir şekilde kurtulabilen insanlar başarılı olmaya başlamıştır.

Etliye sütlüye dokunmadan başarılı olmak…

Kedi gibi pusuya yatıp bir başarı yakalayıp asıl sorumluluğumuzun ötesinde bir problemi çözerek başarılı olarak hatta kahraman bile olabilirsiniz.

Sorumluluktan kaçınmak sosyal ve psikolojik bir problemken iş yapma başarı yakalama biçimi haline gelmiştir.

Sorumluluktan kaçınmak direkt bireyin kabahati olarak da görülmemeli.

Çünkü yaşam, ortam sorumluluktan kaçınmayı zorunlu hale de getirebilir.

Böyle olduğu zaman da yaşam şartlarını düzenleyen, çalışma şartlarını düzenleyen güç de ilkeli bir ortamı oluşturamamış da olabilir.

Ülkemizde genelde sebep budur.

Sorumluluk sahibinin yaptıklarını doğru analiz kabiliyeti yok denecek kadar az ise,  doğru yaptıklarını doğru değerlendirip, yanlış olanı ya da hatalı olanı da doğru analiz ederek iyiyi kötüden ayırma mekanizması yok ise o zaman insanın sorumluluk alma hevesi zayıflayacaktır.

İlkelerin yerini söylentiler, anlık duyumlar, yandaşların, algılama becerisi düşük yandaşların ifade gücü, ilkelerin etkisini itibarsızlaştırır.

Hatta doğru yapılan bir işin kimden bakıldığına bakılmaksızın başarı ile değerlendirilmesi de çoğu zaman sorumlu insanların sorumluluk alma hevesini kırar.

Sorumluluğu bir şamaroğlanı arama sistemi olarak görmek de insanın sorumluluk alma hevesini kırar.

Sorumluluk merkezlerinden ve sorumlulardan hesap sorma şekli de sorumluluğu etkiler.  Hatayı ve yanlışı doğru analiz edip bir daha bu gibi durumlara mahal vermemek gayesi yerine suçlu aramak, suçlu ilan etmek amacıyla değerlendirme biçimi, insanların sorumluluk alma gayretini zayıflatacaktır.

Hatta yanlış anında bile duygusal davranıp çiviye balyozla vurarak sorumluyu rencide etme şekli doğru analizle gelecekte elde edilecek sistematik başarıların önündeki en büyük engeldir.

İnsanlar neden sorumluluktan kaçar, sorumluluk almak istemez bunu iyi tahlil etmemiz lazım…

Sürekli suçlayıcı, kırıcı ortamlarda sorumluluk bilinci uykuya çekilir.

En doğru sorumluluk bilinci ilkelerin hâkim olduğu ortamlarda gelişir.

Çalışma ortamlarındaki heves bükücü insanların çokluğu da sorumluluk bilincinin gelişmesinde önemli bir engeldir.

Bu tip insanlar kendilerini sürekli başarılı göstermek için başkalarını suçlar, suçluluk hissi yaşamaları için yöntemler geliştirmişlerdir. Amaçları kendi hatalarını gizlemektir.
Başkalarını suçlar kendini başarılı, ilan eder hatta kendi hata yapar, kendi çözer sonra bu problemi kendisi çözmüş gibi başarı payesi bekler.

Ortam ilkeli değilse bu tür insanlar küçük ortamların küçük kahramanları olurlar.

Bu tip insanlar bireysel başarıyı kurumun genel zararına rağmen önemli görür.

Aslında iş hayatı olsun yaşamın merkezi olsun herkesin kendini sorumlu hissedebileceği ortamları inşa etmemiz lazım.

İnsanların içinde bulundukları organizasyonda sorumluluk alma gayretini yüreklendirmemiz lazım.

Bu bir sistem kurma becerisidir.

Bunun için sistem kurucuların özgüvene sahip olması lazım. Çünkü çoğu sorumsuzluk alanları onların heves bükücülüğünün sonucudur. Özgüveni olmayan sistem kurucular kaçamak oynamayı severler.

Bu tip kurnaz yöneticiler kendi başarıları için kurumun gelişmesini kurban ederler.

Bu da açık bir sistemle aşılabilir.

Elbette sorumluk alma bilinci bireyin özgüveni ile de direkt ilgili ama organizasyonda görevlendirme yapılırken liyakat sahibi, özgüveni olan insanlara öncelik vermek onları seçme becerisini göstermek lazım. Kavun değil ki koklayalım gibi ilkel bir gerekçe ile bu sorumluluktan kaçamayız.

Sorumluluk sahibi insanlardan bir sistem kurmak bu sistemi geliştirmek öncelikle kişinin kendisine ait sorumluluğunu yerine getirmektir.

Eğer sorumluluk sahibi inisiyatif alabilen bireylerden bir organizasyon yapabilirsek bu organizasyonun bereketini (sinerjisini) arttıracaktır.

Böyle bir ortamda kişinin ruhu sıkılmayacak hatta kendinin bile farkında olmadığı becerileri ortaya çıkacaktır.

İşin ve hedefinin doğru tanımlandığı, kişilerin değil işin geçiş üstünlüğü olduğu kurumlarda hedefi gerçekleştirmek için kurumsal ruh kimlik kazanarak harekete geçer.

Ruhu bükülen insan içindeki beceriyle buluşamaz.