DÜNDEN BUGÜNE GELİRKEN!

Abone Ol

Dünden bugüne gelirken çizgimizde hiçbir zaman değişiklik olmadı. Ancak, ne hikmetse çok bilenler bizi dinlemek zahmetinde bulunulmadı. Önerilerimiz ve uyarılarımız da dikkate alınmadı. Yılların tecrübelerini bir kenara atıverdiler.

Attılar da ne oldu? Bile bile lades olmayısıya yaptıkları aşı tutmadı başka deyişle bünye kabul etmedi ve sonu hüsran oldu. Hep beraber üzüldük!

Evet, üzülürken düne gittim ki çağrışımla 1969’da MHP’ye adını veren amcazademiz Dorlalı Av. Naci Yıldırım’ın hatırası ailenin de siyasi yapısı ve mirasıdır. Evet, taa o yılları anlatan Naci Yıldırım Amcamıza Allah Rahmet eylesin ve Allah onlardan razı olsun. Yazar Erol Sunat Yeni Meram Gazetesinde köşesinde yayımlamıştı.

“Tüzük Komisyonunun bir diğer üyesi olan 1931 doğumlu Avukat Naci Yıldırım ise şöyle bir hatırasını anlatmıştı; “Mustafa Kemal Erkovanlı, Partinin Genel Sekreteriydi. Avukattı aynı zamanda. O bize parti ismi olarak Milli Hareket diye bir isim getirdi. Milli tabiri için, Bakanlar kurulundan izin alınması gerekiyordu. Böyle bir izin aldınız mı diye sordum. Hiç aklıma gelmedi dedi. Milliyetçi Hareket dersek, izin alınmasına gerek kalmaz dedim. Ve bu görüş kabul gördü. Yeni kurulan partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi oldu.”

Konya MHP’sine bir ömür veren, MHP’nin Konya’da var olduğu ilk günden itibaren partiye dahil olan, 1930 doğumlu yaşayan en eski MHP’lilerden biri olan İdris Eken, şöyle demişti, ” Siyasete soyunanlar, siyaset yapmak isteyenler, içinde bulunduğu şartların dosdoğrusunu söylesinler. Yalana, parti şu, bu avına girmesinler.””

Biz bu minval üzere yolumuza devam ediyoruz. Bu saatten sonra da değişme durumumuz olamaz.

**

Şimdilerde ki burnundan kıl aldırmayan küllük müftülerini kendi hallerine bırakalım mı?

Burnundan kıl aldırmamak, deyimi Anadolu’da çok kullanılır.

Oldukça huysuz olmak, kendisine hiç söz söyletmemek, kendisinin eleştirilmesine fırsat tanımamak, en küçük eleştiriye tahammül göstermemek… Gibi tanımlanır böylesi kişiler...

Halk arasında kendini beğenmiş ve yanına tütsü ile varılmayan kişilerden şöyle bahsedilir;

--- Adam burnundan kıl aldırmıyor, onunla nasıl konuşacağız ki?

Ancak, burnundan kıl aldırmayanlar sonu ibret dolu hüsranla bittiği çok görülmüştür.

Keser döner, sap döner, bir gün hesap döner gibi burnundan kıl aldırmayanlarında burnundaki kıl döner. Ya o zaman ne olur?

Beşiktaş Noteri teyzemin oğlu Av. Hikmet Kaplan’ın paylaşımını sizlerle paylaşayım.

“”Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır.

İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder,

ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin baş ağrısı artarak sürer.

Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar.

Başka doktorlar çağrılır…

Osman Efendi Uşak’ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder.

Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır,

baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul’a götürmeye karar verirler.

İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur.

Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır… Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir.

Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.

Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür.

O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zürih’e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.

Sonuç olarak: Osman Efendiye teşhis konulamaz.

Artık yerinden kalkamayan Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir, ülkesine dönüp “dinlenmesi”, daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan. “Kader”denilir, Uşak’a dönülür.

Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.

Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendinin eski berberi “Berber Mehmet” çağrılır.

Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken,

adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler.

Berber Mehmet bir an düşünür.

----“Beyim?” der, “Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın” Bir bakar, “Hah işte der.

“Kıl dönmüş.” Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker.

Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.

Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır.

 Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir.

Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder.

Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet’i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.””

Buradan istediğiniz gibi ders çıkarabilir ve yorum yapabilirsiniz!

Demek ki,

BURNUNDAN KIL ALDIRTMAYANLARIN BAŞI ÇOK AĞRIYABİLİRMİŞ!