8 2-4

İrfan Küçükköy Konya İmam Hatip Lisesini ve Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdikten sonra vaiz oldu ama Türkiye onu Mücadele hareketindeki yüksek aksiyonu ile tanıdı. Türkiye tarihinin önemli bir bölümüne tanıklık eden İrfan Küçükköy ile hem memuriyet hem de fikir ve aksiyon hayatında yaşadıklarını konuştuk.

Bir arasat dönemi mi yaşadınız?


Mücadele Birliği çalışmalarından ayrılınca, maişet ihtiyacımı karşılamak için evimin bir odasını tahsis edip halı ticareti yapmaya başlamıştım. Sonra da dükkân açarak on üç sene ticarete devam ettim. Ansiklopediden istifa edince İstanbul ilçelerinden birine müftü olarak tayin edilmek üzere dilekçeler verdim ama her seferinde Anadolu’dan bir yer teklif ettiler. Ticari düzenimin bozulmaması için İstanbul’da kalmam gerekiyordu ve bu teklifleri kabul etmedim.
Bunu üzerine öğretmenlik sınavına girdim. Kazanınca Ümraniye’de bir ortaokula stajyer tayin edildim. Burada öğrencilerimle çok iyi diyalog kurdum. Ben ayrılıp Üsküdar İmam-Hatip Lisesi’ne gidince adıma bir duvar gazetesi çıkarmışlar. Gidip gördüm, hayran kaldım. 
Üsküdar İmam-Hatip Lisesinde yedi sene kadar hizmet verdim. Öğrencilerin kurduğu internette bir sitesinde, “Unutulmayan Hocalar” arasında benim de adım vardı. İki sene kadar okul-aile birliği hocalığı yaptım. Üç bin kadar öğrencimizden, fakir oldukları için bazlarının öğle yemeğini yiyemediklerini öğrendik. Üsküdar müftüsü ile irtibat kurup öğle yemeği çıkarmaya karar verdik. Önceleri 200, sonraları 350 fakir öğrenciye yemek çıkardık. Tabii ki paralarını zengin velilerden topluyorduk. Bu konuda Örsün Çoraplarının sahibi Ahmet Örsün’e teşekkür ediyorum. “Paranın yetmediği yerde ben varım” demiş, çekleri imzalamıştı. Aile birliği başkanı hemşehrim yazar Fatih Uğurlu Bey’de de her gün sabah saat 10’da dükkânını kapatıp, okula gelir, yemekleri bizzat eliyle dağıtır, bulaşıkları yıkamaya yardım ederdi. Fakat biz aile birliğinden ayrıldıktan sonra kimse bu hizmeti sürdürmedi. 
O senelerde Beylerbeyi Kerime Hatun Kur'an Kursu ile de ilgilenmeye başladım. Kursun bazı işleri ile fahri olarak Yaşar Gökçek Hocam ilgileniyordu. Bu kurstan her sene on-on beş hafız yetişiyordu. Onları imam hatip lisesi orta kısım imtihanına hazırlamak için benim yönetimimde kurs açtık. Bir kısım derslere ben girdim. Özel hocalar bulduk. Hafız öğrencileri liseli yaptık. Bu çalışmalarımız 28 Şubat 1999’a kadar sürdü. Maalesef bu tarihten sonra bu bölümü kapattık. 

Radyoculuk geçmişinizden bahseder misiniz?


Özal iktidarının son zamanlarında özel radyolar kurulmaya başlamıştı. O zaman Üsküdar FM’de kurulmuştu. Bu radyoda birkaç sene hadisi şerif ağırlıklı programlar yaptım. Çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Çünkü programdan sonra epeyce teşekkür telefonu geliyordu. Kur'an kursundaki çalışmalarıma ve radyodaki programıma ağırlık vermek üzere 1996 yılında emekli oldum. Fakat, 28 Şubat darbesi, her iki hizmeti birden sekteye uğrattı. 
1999 yılında yüz gün süreli hacca gittim. Yaşar Gökçek Hocam benimle yirminci haccını yapıyordu. Mekke ve Medine ile ilgili verdiğim bilgiler dikkatini çekmiş. Kitap haline getirmem konusunda ısrar etti. Bu üç ay sürede Mescid-i Harem’deki bütün yazıları, kitabeleri okuyarak kaydettim. Böylece çalışmayı başlattım. 

Konya’ya ne zaman döndünüz?


1999, 17 Ağustos depreminin akabinde, şartların da oluşmasıyla Konya’ya taşınmaya karar verdik. O yılın Aralık ayında otuz yıl aradan sonra Konya’ya tekrar döndüm. Karşılaştığım ilk zorluk ise; bıraktığım Konya’da sosyal hayatın değişmiş olmasıydı. Bıraktığım Konya’da mahalledeki herkes birbirini tanıyordu. Döndüğüm Konya’da ise aynı apartmandakiler birbirini tanımıyordu. Aynı caminin beş vakit cemaati birbirlerinin isimlerini bilmiyorlardı. Cemaate, laubali olmamak üzere camide sohbetin caiz olduğunu defaatle anlattım. Mescid-i Nebevi’de Hz. Ayşe Sütunu’nun bir başka adının Muhacirler Sütunu olduğunu, muhacirler burada aralarında sohbet ettiği için bu ismi aldığını anlattım. Akşam namazına on beş yirmi dakika önce gitmeye başladım. Son cemaat mahallini sohbet yeri haline getirdik. Cemaat de erken geliyordu. Bana dini sorular, konular soruyorlar, ben cevap veriyordum. Böylece sadece tanışma değil, aralarında bir samimiyet doğdu. Camilerimizin birbirlerini tanımayan kişilerin sessizce toplanıp dağıldığı mekân olmaktan çıkarılması, sosyal hayatın merkezi olma işlevine kavuşması şarttır. 

Konya’da ne gibi faaliyetlerde bulundunuz?

Boş durmadım tabi, Konya’da da SUN TV’nin sahibi merhum Esat Duysak arkadaşımızdı. SUN TV’de ve Radyo EN’de) fıkıh ağırlıklı dini programlar yaptım. Programları soru-cevaplar tarzında sürdürüyordum. Sadece halk değil, hocalardan da programı hayli takip eden vardı.  Şiirle de meşgul oluyordum. Radyo EN çevresindeki mahalli sanatçılar bazı şiirlerimi ilahi olarak okudular. Radyo EN çevresindeki gençler tiyatro düzenliyordu. Onlara Hz. Ebu Zer piyesinin nüvesini hazırlayarak destek verdim. Başka piyeslerine fikren katkıda bulundum. Fakat Konya’dan uzun süreli ayrılmalar olunca programlara devam edemedim. Şu anda mahallemdeki cuma ve bayram vaazları ile yetiniyorum. 

Kitaplarınızdan da bahsedelim mi?

Önce isimlerini ne türlerini vereyim. Sultan II.Mahmud’un Fermanları (yüksek lisans tezim), İslam Ülkeleri Tarih-Coğrafyası  (seri yazılarım), Zamanımızda İslâm’ın Yayılışı, Bir Uyanışın Anatomisi: Mücadele Birliği, Peygamber Şehri: Medine-i Münevvere, Büyük Dava Adamları, Huzurname (manzum Hilye-i Şerife), Küçükköy Köyü,Kültürel Mekke-i Mükerreme (İnceleme-Araştırma), İrfan Hoca Divanı; Nâmeler  (Şiir Kitabı), Medine’de Aşk (roman),Üsküdar’a Senfoni (Folklorik şiirler)

Kitaplarınızdan ikisi, davanızı ve yol arkadaşlarınızı anlatıyor. Bu kitapların serüvenini anlatır mısınız?

Konya’ya geldiğimden itibaren kitap çalışmalarına ağırlık verdim. Beş seneden fazla “Peygamber Şehri Medine-i Münevvere” kitabına emek verdim. Bu kitabı tam bitirmek üzere iken, sol gazetelerde yazılar yazan, İslami konuları çarpıtarak işleyen bir yazarın Mücadele Birliği ile ilgili kitap çıkaracağını duydum. İki sene emekten sonra “Bir Uyanışın Anatomisi Mücadele Birliği” kitabımı hazırlayıp 2006 yılında neşrettim. “Peygamber Şehri Medine-i Münevvere” isimli kitabım da Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları arasında 2007 yılında neşredildi. 
Yaklaşık on sene de “Mübarek Belde Mekke-i Mükerreme” isimli kitabım üzerine çalıştım. Bu şehirlerde bütün mübarek, tarihi ve resmi yapıların bizzat fotoğraflarını çektim. İyi ki çekmişim. Çünkü son düzenlemede bunların bir kısmı kaybolmaya başladı. Bu kitabı tamamlama aşamasına geldiğimde, milliyetçi mukaddesatçı dava adamlarının bilinmediğini unutulduklarını gördüm. Bitmek üzere olan kitabı yarım bırakarak, iki senelik bir emekle Büyük Dava Adamları’nı yazdım.

Bir gençlik hareketinin önderi ile röportaj yapıp da siyasi hatıra dinlememek olmaz. Siyasi bir hatıranızı anlatır mısınız?

Gençlik yıllarımdan bir hatıra nakledeyim. İmam Hatip Okulu orta son sınıf öğrencisiydim. Hacıveyiszâde hocamın vefatından bir hafta sonra, Şubat ayının ikinci haftası, pazar günü Alaaddin Tepesi yakınındaki Şahin sinemasının önünden geçiyordum. Baktım kapı önünde kalabalık var. Yanlarına yaklaşıp sordum. "CHP'nin kongresi var. İsmet İnönü konuşma yapacak" dediler.
Kitaplarda okuduğumuz İnönü'yü yakından görmek için içeriye girmek istedim. "Çocuklar giremez, sadece delegeler girebilir" dediler. Oralarda oyalanıp fırsat aradım. Baktım, bir grup arka kapıya doğru topluca gidiyor. Koşarak aralarına karıştım. Tam içeriye gireceğimde bir polis müdahale etmek istedi. Fakat öteki, “Ne yapıyorsun, belli ki bu kodamanlardan birinin oğlu” diyerek arkadaşını durdurdu. Ben de hiç bozuntuya vermedim. Sinema salonunda, bir konuşma platformu oluşturulmuş. Bir kaç kişi sandalyelere oturdu. Diğerleri, set üstünde kenarlara dizildiler. Ben de kenarda bekledim ama çocukluğum tuttu, iyice yaklaştım. İsmet İnönü’yü iki metre yakınlıkta gördüm. İnönü gözüme çok küçük boylu gözüktü. Sesi, ihtiyar sesi idi.
Bu hadise, 27 Mayıs 1960 darbesinden üç ay önce idi. Darbeye vesile kılınan üniversiteli gençlerin gösterileri yeni başlıyordu. İnönü yarım saat kadar süren konuşmasında Demokrat Parti yönetimini tenkit etti ve CHP'nin yapmak istediklerini anlattı. Uşak'ta bir olay olmuş. İnönü'yü Uşak'a sokmak istememişler. Sonra da bunu çok duydum ama ayrıntısını hiç incelemedim.
O günden hatırımda kalanlardan biri de, İsmet İnönü'nün şu sözüdür, "İsmet İnönü (Allah demiyor), diyorlar. İşte söylüyorum. Allah Türk Milletini Demokrat Parti yönetiminden kurtarsın." Bir de uyarılar üzerine, “Konya'nın büyük hocası Hacıveyiszade Mustafa Efendi’nin vefatı dolayısıyla hepinizin başı sağ olsun. Bütün Konyalıların başı sağ olsun" diyerek Konyalılara baş sağlığı diledi.
İnönü o tarihte 78 yaşında imiş. Daha sonra seksen yaşındayken 1960 darbe döneminin başbakanı oldu. Konya'da babam gibi Demokrat Partililer adını telaffuz etmeden, sadece “Sağır” derlerdi. Kaç defa Osman Yüksel Serdengeçti'nin ağzından "Sağır" dediğini duymuştum. Necip Fazıl Kısakürek de, Büyük Doğu Mecmuasının 1948'deki bir sayısının kapağına kocaman bir kulak resmi koyup “Başımızda kulak isteriz” yazdığı için, Cumhurbaşkanına hakaretten mecmuası kapatılıp, hapsedilmiş. O kapağı çok daha sonra ben de görmüştüm.

Tevafukun böylesi: Ölümü de ömrü gibi oldu! Tevafukun böylesi: Ölümü de ömrü gibi oldu!

8 3-4

8 4-3

8 5-2

8 6

KAYNAK: MUSTAFA GÜDEN 

Editör: Birkan Bakay