60 sene önce yaşanmış bir hikaye

Abone Ol

Hadise 1962’de cereyan ediyor. Bunlar öyle bir arkadaşlık yapıyorlar ki, o yokluk yıllarında harpten çıkmış bu insanlar birbirlerine sımsıkı sarılıyorlar, birbirlerini Allah için seven arkadaşlar olarak hayatlarına devam ediyorlar.  İkisi de 1329 (1913) doğumlu idiler.

30 senelik bir askerlik arkadaşlıkları vardı. 1933’te asker olmuşlar. Askerliklerini atlı süvari bataryasında yapmışlar. Seyit çok mahir bir nalbant, Ahmet ise demirci olması gereği ordu donatımcı, nalbant Seyit’in yardımcısı.

Bunlar kim ki yazıya konu oldu diyorsunuz değil mi? İki arkadaştan biri olan Seyit, Konya’nın Kilistra köyünden öbürü Konya ilçelerinin bir köyündenmiş. Askerlik sonrası teskere alıp köylerine gelirler. Seyit, köyün işleri gereği çiftçilik ve malcılık yapmayı tercih ediyor. Hem askerlikte edindiği baytarlık bilgisi ve tecrübesi hem de kırsalda çok geçerli bir meslek olan nalbantlık onun elinde altın bilezik olmuş. Ahmet hakkında çok bilgimiz olmamasına rağmen o da baba mesleğini deva ettirerek demircilik mesleğinde karar kılmış. Köyde çok demirci ustası olduğundan o da mesleğini civardaki uzak köylerde seyyar olarak sürdürmeyi yeğler.

Yedeğinde iki eşek birinde körük, ve örsü, kömürü, balyozu, ihtiyaç ne varsa yüklü. Diğerini de binit hayvanı olarak kullanıp köy köy gezmeye başlar. Civar köylerde çok sevilir. Üç gün bir köy de beş gün bir köyde işin durumuna göre kalır. Bilhassa kırsal dağ köylerinin ihtiyacı olan balta, tahra, nacak maşa, soba tamiri işlerini yapar, pulluk bıçağı yivler. Körleşmiş kesici orman aletlerinin ağzına çelik koyma, odun sobası tamiri gibi bazılarını yanında taşıdığı kıt miktarda demirden tenekeden yaparken bazılarını ise ihtiyaç sahiplerinin elinde bulunan kullanmadığı eski pulluk saban gibi demirleri kullanarak tamir eder. Köylüler de böyle bir usta ayaklarına geldiği için kendisine çok rağbet ederler.

Eşeklerin yem saman masrafı köylüye aittir. Kalacak yer, köylüler tarafından donatılmış yatağı, yemeği, sobası her şeyi mükemmel olan bir misafir odası vardır. İşi masrafsız, az da olsa kazandığının hepsi cebine kalır. Bazen demir veya sac ihtiyaç olursa köye nakliye yapan kamyonculara sipariş ederek ya da bir günlüğüne gidip gelerek malzemeyi temin eder. Bu arada bazen Kilistra köyüne de gelip bu işleri yapar ve asker arkadaşı olan Seyit ile de görüşüp sohbet eder. Bunlar böyle devam ederken Ahmet, civar köylerde de çokça dost, arkadaş edinir. Bölgenin namlı bir demircisi olmuştur.

Şöyle bir söz var Anadolu’muzda, kim ne ederse kendine eder diye. Ahmet yine bir işi gereği yazın çıktığı köylerde uzun süre çalıştıktan sonra yine Kilistra köyüne döner ama beklediği kadar karlı işi o gelişinde bulamaz. Dolayısı ile fazla kazanç da elde edemez. Askerlik arkadaşı Seyit’in kapısını çalıp “Gardaşlık bu sefer çok bir iş yapamadım, iki gündür bu köydeyim, hiç iş gelmiyor. Öyle oluca misafir odasında da kalıp kimseye yük olmak istemedim. Müsaaden olursa senin evde kalayım, sabah iş çıkmaz ise köyüme gideyim” der. Arkadaşı da “Hay hay gardaşlık, buyur gel” der onu evine misafir alır. Arkadaşının eşeklerini ahıra bağlar, saman yem döker. Akşam olunca da Allah ne verdiyse yerler içerler. Evin halkı çocuklarla bir odada kalır Seyit ile Ahmet de bir odada. Geç vakte kadar eski anılardan ve yapacakları işlerden söz ederler.

Sabah olunca Ahmet müsaade ister:

“Gardaşlık yeni iş talebi yok, ben müsaade alayım, başka bir zaman Allah kerim, belki sağ olursam yine döner dolaşır gelirim” der. “Sen bilirsin arkadaş, karar senin. Yemek yiyelim seni yolcu edelim” der Seyit.

Ahmet itiraz eder, gitmekte kararlıdır:

“Yok ortalık dün yağmurlu idi. Yükseklere kar da yağdı. Belki yine yağar, ben bir an evvel yoluma gideyim. Sen bana biraz el azığı yapıver, sıkma soğan gibi. Yolcu yolunda gerek.” Ahmet, yemeğe kalmamak için olanca marifetini sergiler. Eline aldığı azıkla beraber hayvanlarına eşyasını yükler, vedalaşıp yola revan olur. Yolu çok uzun belki birkaç köyde daha yatarak köyüne ancak ulaşacaktır.

Bir müddet geçtikten sonra arkadaşının böyle acele apar topar gitmesini Seyit anlamaya çalışır.  “Yahu bu adam bir yanlış iş yapmasın, neden böyle acele etti hiç böyle yapmazdı” diye düşünür. Oğluna seslenir:

“Oğlum ben tarlaya gideceğim çabuk bakkaldan bir tütün alıver” diyecek olur, ama diyemez. Bakar ki cüzdanında var olduğunu sandığı 60 lira yok olmuştur. Acele ile sağa sola bakar yok. Oğluna yol tarifi yapar:

“Oğlum Ahmet emmin şu yoldan gidecekti, hemen koş ardından yetiş. De ki Ahmet emmi köyden birkaç kişi geldi, senin gittiğini duyunca üzüldüler. Babam da daha çok uzaklaşmamıştır çağıralım gelsin hem o kazansın hem de sizin işiniz görülsün dedi, geri dönecekmişsin, deyip al gel Ahmet emmini.”

Oğlan aklı başında koşa koşa yarım saat kadar uzakta Ahmet’in ardından yetişir ve söylenenleri kendisine aktarır.

“Olur dönelim guzum, sen burada eşekleri bekle ben şurada bir ufak su dökeyim, zaten daralmıştım” deyip çocuktan bir hayli uzaklaşır. Uzun bir süre geçince gelir, beraberce köye dönerler. Bu arada öğle yaklaşmıştır. Ahmet şaşkınlık içindedir kimseyi göremeyince.

“Ne oldu Seyit gardaşlık, hani müşteriler?”

“Ahmet bak biz seninle yılladır can ciğer arkadaşız, benim akşam cüzdanımda olan 60 lira param vardı para gitmiş, bunu benim evimden kimse almaz. Şayet bunu sen aldıysan, olur insan hali şeytana uymuş olabilirsin. Gadıya gidiye laf düşürmeyelim. Aldıysan paramı ver git köyüne.”

“Yok, yahu Seyit sana bunu hiç yakıştıramadım, bu çok büyük bir iftira ben böyle bir şey yapacak adam mıyım, bilhassa sana? Ekmeğini yedim, suyunu içtim, benden nasıl şüphe edersin? Başka bir yerde düşürmüş filan olmayasın.”

Ahmet bu sözlerle kurtulmak ister ama bir öküzün 120 liraya alınıp satıldığı yıllarda 60 lira çok paradır, hadi len denecek bir meblağ değildir, o yıllar için.

Bakar ki bu suçu kabul etmeyecek mecburen köy muhtarlığına iş akseder. Muhtarlık işe el atınca soruşturma başlar. Biraz da köy ihtiyar heyeti zorlar Ahmet’i. Almadım, ben yapmadım ısrarını sürdürmektedir. Muhtar Seyit’e döner.

“Seyit Ağa, bu adamın aldığından emin misin?”

“Evet, eminim. Başkası alamaz benim cüzdanımdan parayı. Hem sonra biz arkadaşımla bu odada kaldık, bu almıştır mutlaka.

“Peki bunu nereden geri döndürdünüz kim çağırdı?

“Oğlumu arkasından gönderip köyde işi olan müşteriler var onların işini yap öyle git diyerek filan yerden geri çağırttım geldi” der. Muhtar adamı çağırmaya giden Seyit’in oğlunu çağırıp oğlum sen buna yetiştiğin yerde bu adam seninle dönmeden orada bir şeyler yaptı mı?”

“Yaptı” der. “Dur ben bir su dökeyim dedi. İşini yapıp geldi. Ben de eşekleri bekledim beraber döndük” der.

Köy ihtiyar heyeti ve Seyit, çocuğun anlattığı mevkiye giderler. Buralarda araştırma yapan heyet paraların bir kısmını ağaçların dibinde, bir kısmını karların arasına saklanmış olarak bulurlar. Bu paraları Ahmet’in aldığında şüphe yoktur. Birlikte köye dönerler.

Ahmet çok mahcuptur. Yolda kimsenin ağzını bıçak açmaz.

Köye gelince heyet toplanır. Ahmet heyetin önünde başını kaldırmadan Seyit’e yalvarır:

“Para kazanamayınca bir yanlışa düştüm Seyit. Beni affet ne olur.”

İş artık Seyit’ten çıkmış muhtarlık idaresine geçmiştir. Olay mahkemelik olacak Ahmet, köyde tanıdığı büyüklere dil döker. Son çare olarak Arkadaşı Seyit’e yalvarır:

“Beni sen kurtarırsın Seyit, mahkemelik olursam ceza almasam bile köyümde kimsenin yüzüne bakamam. Sen affedersen köyünün ihtiyar heyetine söylersen kimseler duymaz. Bu ayıp benimle kıyamete kadar gider Allah’ını seversen.”

Seyit, muhtara ve ihtiyar heyetine rica eder Ahmet’in affedilmesi için. Bunu cezasız bırakmayalım, orman kanunu uygulayıp bu adamı biraz dövelim bir daha böyle bir hataya düşmesin diye karar verirler. Bir güzel döverler, sonra bırakıp köyüne gönderirler. Ahmet, yediği dayağı unutmaz. Köyün muhtarını Konya’da tenha bir yerde yalnız bulurlar. Ahmet yanında iki kişi ile muhtara saldırır. Muhtar pes etmez, aralarından kurtulmayı başarır. Bu olay hatıra olarak köyümüzde uzun süre konuşulmuştur.